Sohbet2013
  Siirler
 

Zindandan Mehmed'e Mektup

Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta! 
Baba katiliyle baban bir safta! 
Bir de, geri adam, boynunda yafta... 
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im! 
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim! 

Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli, 
Kırmızı tuğlalar altı köşeli. 
Bu yol da tutuktur hapse düşeli... 
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak. 

Ne ayak dayanır buna, ne tırnak! 
Bir âlem ki, gökler boru içinde! 
Akıl, olmazların zoru içinde. 
Üstüste sorular soru içinde: 
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu? 
Buradan insan mı çıkar, tabut mu? 

Bir idamlık Ali vardı, asıldı; 
Kaydını düştüler, mühür basıldı. 
Geçti gitti, birkaç günlük fasıldı. 
Ondan kalan, boynu bükük ve sefil; 
Bahçeye diktiği üç beş karanfil... 

Müdür bey dert dinler, bugün 'maruzât'! 
Çatık kaş.. Hükûmet dedikleri zat... 
Beni Allah tutmuş, kim eder azat? 
Anlamaz; yazısız, pulsuz, dilekçem... 
Anlamaz; ruhuma geçti bilekçem! 

Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; 
Sayım var, maltada hizaya dizil! 
Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! 
İnsanlar zindanda birer kemmiyet; 
Urbalarla kemik, mintanlarla et. 

Somurtuş ki bıçak, nâra ki tokat; 
Zift dolu gözlerde karanlık kat kat... 
Yalnız seccâdemin yününde şefkat; 
Beni kimsecikler okşamaz mâdem; 
Öp beni alnımdan, sen öp seccâdem! 

Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! 
Dakika düşelim, senelik paydan! 
Zindanda dakika farksızdır aydan. 
Karıştır çayını zaman erisin; 
Köpük köpük, duman duman erisin! 

Peykeler, duvara mıhlı peykeler; 
Duvarda, başlardan, yağlı lekeler, 
Gömülmüş duvara, baş baş gölgeler... 
Duvar, katil duvar, yolumu biçtin! 
Kanla dolu sünger... Beynimi içtin! 

Sükût... Kıvrım kıvrım uzaklık uzar; 
Tek nokta seçemez dünyadan nazar. 
Yerinde mi acep, ölü ve mezar? 
Yeryüzü boşaldı, habersiz miyiz? 
Güneşe göç var da, kalan biz miyiz? 

Ses demir, su demir ve ekmek demir... 
İstersen demirde muhali kemir, 
Ne gelir ki elden, kader bu, emir... 
Garip pencerecik, küçük, daracık; 
Dünyaya kapalı, Allaha açık. 

Dua, dua, eller karıncalanmış; 
Yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. 
Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış... 
Bir soluk, bir tütsü, bir uçan buğu; 
İplik ki, incecik, örer boşluğu. 

Ana rahmi zâhir, şu bizim koğuş; 
Karanlığında nur, yeniden doğuş... 
Sesler duymaktayım: Davran ve boğuş! 
Sen bir devsin, yükü ağırdır devin! 
Kalk ayağa, dimdik doğrul ve sevin! 

Mehmed'im, sevinin, başlar yüksekte! 
Ölsek de sevinin, eve dönsek de! 
Sanma bu tekerlek kalır tümsekte! 
Yarın, elbet bizim, elbet bizimdir! 
Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir! 

(1961)
 

Necip Fazıl Kısakürek

Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?

Ağlamak için gözden yaş mı akmalı? 
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı? 
Sevmek için güzele mi bakmalı? 
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı? 
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır? 
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı? 
Hırsızlık; para, malmı çalmaktır? 
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı? 
Solması için gülü dalından mı koparmalı? 
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı? 
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı? 
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
 

Victor Hugo


Çile

Gâiblerden bir ses geldi: Bu adam, 
Gezdirsin boşluğu ense kökünde! 
Ve uçtu tepemden birdenbire dam; 
Gök devrildi, künde  üstüne  künde... 

Pencereye koştum: Kızıl kıyamet! 
Dediklerin çıktı, ihtiyar bacı! 
Sonsuzluk, elinde bir mavi tülbent, 
Ok çekti yukardan, üstüme avcı. 

Ateşten zehrini tattım bu okun. 
Bir anda kül etti can elmasımı. 
Sanki burnum, değdi burnuna (yok) un, 
Kustum, öz ağzımdan kafatasımı. 

Bir bardak su gibi çalkandı dünya; 
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk. 
Al sana hakikat, al sana rüya! 
İşte  akıllılık , işte sarhoşluk! 

Ensemin örsünde bir demir balyoz, 
Kapandım yatağa son çare diye. 
Bir kanlı şafakta, bana çil horoz, 
Yepyeni bir dünya etti hediye. 

Bu nasıl bir dünya hikâyesi zor; 
Mekânı bir satıh, zamanı vehim. 
Bütün bir kâinat muşamba dekor, 
Bütün bir insanlık yalana teslim. 

Nesin sen, hakikat olsan da çekil! 
Yetiş körlük, yetiş, takma gözde cam! 
Otursun yerine bende her şekil; 
Vatanım, sevgilim, dostum ve hocam! 

………………………………….. 
………………………………….. 
………………………………….. 
………………………………….. 

Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın, 
Benliğim bir  kazan  ve aklım kepçe. 
Deliler köyünden bir menzil aşkın, 
Her fikir içimde bir çift kelepçe. 

Niçin küçülüyor eşya uzakta? 
Gözsüz görüyorum rüyada, nasıl? 
Zamanın raksı ne, bir yuvarlakta? 
Sonum varmış, onu öğrensem asıl? 

Bir fikir ki, sıcak yarada kezzap, 
Bir fikir ki, beyin zarında sülük. 
Selâm, selâm sana haşmetli azap; 
Yandıkça gelişen tılsımlı kütük. 
Yalvardım: Gösterin bilmeceme yol! 
Ey yedinci kat gök, esrarını aç! 
Annemin duası, düş de perde ol! 
Bir asâ kes bana, ihtiyar ağaç! 
Uyku, kaatillerin bile çeşmesi; 
Yorgan, Allahsıza kadar sığınak. 
Teselli pınarı, sabır memesi; 
Size şerbet, bana kum dolu çanak. 

Bu mu, rüyalarda içtiğim cinnet, 
Sırrını ararken patlayan gülle? 
Yeşil asmalarda depreniş, şehvet; 
Karınca sarayı, kupkuru kelle... 

Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş, 
Mevsimden mevsime girdim böylece. 
Gördüm ki, ateşte, cımbızda yokmuş, 
Fikir çilesinden büyük işkence. 

………………………………….. 
………………………………….. 
………………………………….. 
………………………………….. 

Evet, her şey bende bir gizli düğüm; 
Ne ölüm terleri döktüm, nelerden! 
Dibi yok göklerden yeter ürktüğüm, 
Yetişir çektiğim mesafelerden! 

Ufuk bir tilkidir, kaçak ve kurnaz; 
Yollar bir yumaktır, uzun, dolaşık. 
Her gece rüyamı yazan sihirbaz, 
Tutuyor önümde bir mavi ışık. 

Büyücü, büyücü ne bana hıncın? 
Bu kükürtlü duman, nedir inimde? 
Camdan keskin, kıldan ince kılıcın, 
Bir zehirli kıymık gibi, beynimde. 

Lûgat, bir isim ver bana halimden; 
Herkesin bildiği dilden bir isim! 
Eski esvaplarım, tutun elimden; 
Aynalar, söyleyin bana, ben kimim? 

Söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa, 
Arzı boynuzunda taşıyan öküz? 
Belâ mimarının seçtiği arsa; 
Hayattan muhacir, eşyadan öksüz? 

Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim, 
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı, 
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim, 
Dev sancılarımın budur kaynağı! 

Ne yalanlarda var, ne hakikatta, 
Gözümü yumdukça gördüğüm nakış. 
Boşuna gezmişim, yok tabiatta, 
İçimdeki kadar iniş ve çıkış. 

………………………………….. 
………………………………….. 
………………………………….. 
………………………………….. 

Gece bir hendeğe düşercesine, 
Birden kucağına düştüm gerçeğin. 
Sanki erdim çetin bilmecesine, 
Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin. 

Açıl susam açıl! Açıldı kapı; 
Atlas sedirinde mâverâ dede. 
Yandı sırça saray, ilâhî yapı, 
Binbir âvizeyle uçsuz maddede. 

Atomlarda cümbüş, donanma, şenlik; 
Ve çevre çevre nur, çevre çevre nur. 
İçiçe mimarî, içiçe benlik; 
Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur! 

Nizam köpürüyor, med vakti deniz; 
Nizam köpürüyor, ta çenemde su. 
Suda bir gizli yol, pırıltılı iz; 
Suda ezel fikri, ebed duygusu. 

Kaçır beni âhenk, al beni birlik; 
Artık barınamam gölge varlıkta. 
Ver cüceye, onun olsun şairlik, 
Şimdi gözüm, büyük sanatkârlıkta. 

Öteler öteler, gayemin malı; 
Mesafe ekinim, zaman madenim. 
Gökte saman yolu benim olmalı; 
Dipsizlik gölünde, inciler benim. 

Diz çök ey zorlu nefs, önümde diz çök! 
Heybem hayat dolu, deste ve yumak. 
Sen, bütün dalların birleştiği kök; 
Biricik meselem, Sonsuza varmak...
 

Necip Fazıl Kısakürek



Gitme Geri Dön Sevdiğim

Hasretinle yakma beni 
Gitme geri dön sevdiğim 
Unutamam sevdim seni 
Gitme geri dön sevdiğim. 

Adın düşmez ki dilimden 
Bırakma sen tut elimden 
Gitmez oldun hayalimden 
Gitme geri dön sevdiğim. 

Ben ağlarım üzülme sen 
Yıkılırım sen gidersen 
Nasıl sevdim seni bilsen 
Gitme geri dön sevdiğim. 

Kader bizi ayırmasın 
Bir canız ayrı olmasın 
Gönlümde ki gül solmasın 
Gitme geri dön sevdiğim. 

KURTOĞLUYUM çaresizim 
Yanlız kaldım yar sensizim 
Ağlar gözler gülmez yüzüm 
Gitme geri dön sevdiğim. 

Aşık Talat KURTOĞLU 
18.11.2011
 

Ozan Talat Kurtoğlu

Deli Gönül

Uçmak ister deli gönül 
Kanatlanıp sevda yoluna 
Sevip sevilmek ister gönül 
Nerde imkansız varsa 


Coşmak ister deli gönül 
Sınırsız ve hesapsızca 
Bazen de ağlamak gelir 
Ta içten hıçkıra hıçkıra 


Yaşamak ister deli gönül 
Sevdiğiyle bir ömür boyu 
Vurmak ister gönül 
Tam onikiden mutluluğu
 

Mehmet Bayram Amasya

Söyle Sevgilim

Çok gördün sevdamı terk edip gittin 
Mutlumusun  bensiz söyle sevgilim 
Yok oldu hayalim dünyamı yıktın 
Mutlumusun bensiz söyle sevgilim. 

Ellerim boş kaldı geceler soğuk 
İçerim yanıyor yüreğim buruk 
Yüzüm gülmez oldu gözlerim donuk 
Mutlumusun bensiz söyle sevgilim. 

İnanmıştım sana gönülden sevdim 
Senden sonra artık bitmez ki derdim 
Seninle ağladım seninle güldüm 
Mutlumusun bensiz söyle sevgilim. 

Sürmedi sevdamız bıraktın yarım 
Düşürdün bu derde derman ararım 
Eylenmez yar derdim sana yanarım 
Mutlumusun bensiz söyle sevgilim. 

KURTOĞLUYUM sözün gider gücüme 
Sevme sende artık sevdiğim deme 
Kapanmaz yareler vurdun sineme 
Mutlumusun bensiz söyle sevgilim. 

Aşık Talat KURTOĞLU 
17.11.2011
 

Ozan Talat Kurtoğlu

Sakarya Türküsü

İnsan bu, su misali, kıvrım kıvrım akar ya; 
Bir yanda akan benim, öbür yanda Sakarya. 
Su iner yokuşlardan, hep basamak basamak; 
Benimse alın yazım, yokuşlarda susamak. 
Her şey akar, su, tarih, yıldız, insan ve fikir; 
Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir. 
Akışta demetlenmiş, büyük, küçük, kâinat; 
Şu çıkan buluta bak, bu inen suya inat! 
Fakat Sakarya başka, yokuş mu çıkıyor ne, 
Kurşundan bir yük binmiş, köpükten gövdesine; 
Çatlıyor, yırtınıyor yokuşu sökmek için. 
Hey Sakarya, kim demiş suya vurulmaz perçin? 
Rabbim isterse, sular büklüm büklüm burulur, 
Sırtına Sakaryanın, Türk tarihi vurulur. 
Eyvah, eyvah, Sakaryam, sana mı düştü bu yük? 
Bu dâva hor, bu dâva öksüz, bu dâva büyük! .. 

Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya! 
Binbir başlı kartalı nasıl taşır kanarya? 

İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal. 
Hamallık ki, sonunda, ne rütbe var, ne de mal, 
Yalnız acı bir lokma, zehirle pişmiş aştan; 
Ve ayrılık, anneden, vatandan, arkadaştan. 
Şimdi dövün Sakarya, dövünmek vakti bu ân; 
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an! 
Hani Yunus Emre ki, kıyında geziyordu; 
Hani ardına çil çil kubbeler serpen ordu? 
Nerede kardeşlerin, cömert Nil, yeşil Tuna; 
Giden şanlı akıncı, ne gün döner yurduna? 
Mermerlerin nabzında hâlâ çarpar mı tekbir? 
Bulur mu deli rüzgâr o sedayı: Allah bir! 
Bütün bunlar sendedir, bu girift bilmeceler; 
Sakarya, kandillere katran döktü geceler. 

Vicdan azabına eş, kayna kayna Sakarya, 
Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya! 

İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; 
Bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. 
Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; 
Siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek? 
Kafdağını assalar, belki çeker de bir kıl! 
Bu ifritten sualin, kılını çekmez akıl! 
Sakarya, sâf çocuğu, mâsum Anadolunun, 
Divanesi ikimiz kaldık Allah yolunun! 
Sen ve ben, gözyaşiyle ıslanmış hamurdanız; 
Rengimize baksınlar, kandan ve çamurdanız! 
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader; 
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider! 
Bana kefendir yatak, sana tabuttur havuz; 
Sen kıvrıl, ben gideyim, Son Peygamber Kılavuz! 

Yol onun, varlık onun, gerisi hep angarya; 
Yüzüstü çok süründün, ayağa kalk, Sakarya! .. 

(1949)
 

Necip Fazıl Kısakürek

Kaldırımlar 1

Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında; 
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum. 
Yolumun karanlığa saplanan noktasında, 
Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum. 

Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; 
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. 
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık; 
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. 

İçimde damla damla bir korku birikiyor; 
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler... 
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor; 
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler. 

Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; 
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır. 
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; 
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. 

Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta; 
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum! 
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta; 
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum! 

Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin; 
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler. 
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; 
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler. 

Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; 
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları! 
Islak bir  yorgan  gibi, sımsıkı bürüneyim; 
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları. 

Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; 
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. 
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya, 
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
 

Necip Fazıl Kısakürek

Beklenen

Ne hasta bekler sabahı, 
Ne taze ölüyü mezar. 
Ne de şeytan, bir günahı, 
Seni beklediğim kadar. 

Geçti istemem gelmeni, 
Yokluğunda buldum seni; 
Bırak vehmimde gölgeni 
Gelme, artık neye yarar?
 

Necip Fazıl Kısakürek

Bir Allah

İncitme dünyada sakın bir canı 
Sanada bu canı veren bir allah 
Bu dünya geçici bilesin fani 
Ezelden dünyayı kuran bir allah. 

Kudretin sahibi yoktan var eden 
Yaradan aşkına yansın bu beden 
Karanlık gecede semaya giden 
Gözle görünmezi gören bir allah. 


Der KURTOĞLU turab özündür senin 
Kayıp olur gider çekilir canın 
Emri vaki olur biter zemanın 
Ezeli ebedi duran bir allah. 

Aşık Talat KURTOĞLU 
21.13.2009
 

Ozan Talat Kurtoğlu

GöNüL

Kalp dediğin kocaman ev; 
Yarin sığmaz sanki bir dev, 
Sevdiğini sınırsız sev; 
Araya set germe GÖNÜL… 

Virane kula diz çöküp, 
Sevda duvarını söküp, 
Kanlı gözyaşları döküp, 
Aşkı sele verme GÖNÜL… 

Sevgiyi her dem anarsın, 
Gördüğünü yar sanarsın, 
Meyil etme sen yanarsın, 
Kora sofra serme GÖNÜL… 

Yarim gizli gizli ağlar, 
Erişilmez karlı dağlar, 
Güz mü geldi hazan bağlar? 
Gonca gülü derme GÖNÜL… 

TÜRK kızının çatık kaşı, 
Bal eder ağulu aşı, 
Aştım deyip dağı taşı, 
Varıp yare erme GÖNÜL… 

Cankurt dürüst ol özünle, 
Seyret alemi gözünle, 
Meclislerde kem sözünle, 
Hak dostunu yerme GÖNÜL…
 

Can Kurt

Hayalmi gerçekmi?

İpek saçlarını elimle ördüm 
Zülüf mü çiçek mi adını sen koy 
Baktığım her yerde hep seni gördüm 
Hayalmi gerçek mi adını sen koy 

Ela gözlerine gözlerim deydi 
Sonsuz bir deryaydı baş öne eydi 
Ruhuma hükmeden o nasıl şeydi 
Hayalmi gerçek mi adını sen koy 

Varlığın gecemi yoksa tan mıydı? 
Damarımda akan acep kan mıydı? 
Bedenimde olan senden can mıydı? 
Hayalmi gerçek mi adını sen koy. 

Sevdamıza dair açan güllerin 
Boynuma sarılan narin ellerin 
Seviyorum diyen tatlı dillerin 
Hayalmi gerçek mi adını sen koy. 

Söz Ve Müzik 
Hüseyin zarar
 

Hüseyin Zarar

Sen Giderken

Ha bu gün ha yarın derken, 
Ömür tükendi beklerken, 
Kavuşmayı arzularken, 
Habersizce nasıl gittin 
Vay. 

Hep özlem dolu acılar, 
Kıvrandırıyor sancılar, 
Bak dostum oldu hancılar, 
Düşünmeden sen giderken 
Vay. 

Bir parçamdın sen canımdan, 
Kovsam gitmezdin yanımdan, 
Alyuvar gibi kanımdan, 
Ayrılmazdın sen severken 
Vay. 

Hep bir acı, hep gözyaşı, 
Olduk ahududu kuşu, 
Ne dir ki dilimin suçu, 
Düşünmedin sen giderken 
Vay. 

Elim kolum bağlı kaldı, 
Yüreğimi hicran sardı, 
Bu aşktan bir yalan kaldı, 
Habersizce sen giderken 
Vay. 

Kime diyeyim derdimi, 
Kayıp ettim ben kendimi, 
Bedenimden yüreğimi, 
Söküp aldın sen giderken 
Vay. 

Ah mı aldım ben sevdamdan, 
Çileler düşmez yakamdan, 
Sürünür oldum kahrımdan, 
Sebepsiz ce sen giderken 
Vay. 


M. ÇAL
 

Muhammet Çal

Sensin

Yar kendi suçunu bende arama 
Bu yükü omzuma bindiren sensin 
Hiç çare olmadın gönül yarama 
Aşkıma darbeyi indiren sensin 

Daha düne kadar her an her vakit 
Birlikte olmaya yapmıştık akit 
Gözlerimde yoksan aklımdan çık git 
Mıh gibi adını andıran sensin 

Sevda dedin benim neyime gerek 
Bir söz söylemedin gülümseyerek 
Taş olsa dayanmaz gayrı bu yürek 
Sevgimi nefrete döndüren sensin 

Bazen sürünerek bazen koşarak 
Dolandım peşinde dağlar aşarak 
Ben geldikçe benden uzaklaşarak 
Umudu hayali söndüren sensin 

Seninle olmaktı bütün muradım 
Dört duvar içinde çare aradım 
Bekledim gelmedin bana bir adım 
Rotayı hüsrana döndüren sensin 

Seven sevdiğine ömrünü adar 
Hayaliyle yatar düşünde tadar 
Erişilmez oldun Erciyes kadar 
Zemheriden beter donduran sensin 

Başına gelmeyen beni kınıyor 
Akan gözyaşımı huzur sanıyor 
Boğuyor hıçkırık içim yanıyor 
Ateşsiz dumansız yandıran sensin 

O yüzden suçunu bana yükleme 
Pişmanım deyipte umut bekleme 
Bu dert yeter artık başka ekleme 
Cansıla’yı böyle kandıran sensin...
 

Hülya Büyüköner Cansıla

İşçi Marşı

Hava döndü işçiden işçiden esiyor yel 
Dumanı dağıtacak yıldız-poyraz başladı 
Bahar yakın demek ki mevsim böyle kışladı 
Bu fırtına yarınki sütlimanlara bedel
..........
..........
 
 

Can Yücel

 

 

 
  Bugün 4 ziyaretçi (11 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol